İçinde yaşadığımız modern çağda öyle bunaldık, öyle daraldık ki bazen zamana bazense mekâna dair değişiklik yaparak teselli arar olduk... Hayatın manasını yitirip, bir yarış atı gibi sadece koşuyoruz. Bir yerlere yetişme telaşındayız.
Telaşla ve anlamsızca. Mutlu olmak için yaptıklarımız didindiklerimiz, tuttuklarımız, tutkularımız mutluluk vermek şöyle dursun, sırtımıza yük oluyor. Kime sorsan, kime dönsen, kime dokunsan, kiminle kelam etmeye kalksan " bin ah " işitiyorsun...
Aslında hepimiz aynı şeyleri söylüyoruz... Ayni şeylerden şikâyet ediyoruz. Kendimizin içinde düştüğü çukuru.
Bireysellik... Çıkarcılık ya da menfaatperestlik... Gemisini kurtaran kaptan olma yolunda hızla ilerliyor sağımıza solumuza gözlerimiz, daha vahimi gönüllerimiz kapalı... Hepimiz can havliyle dereye düşmek üzere olan çocukla selfi çekme yarışı içindeyiz... Sadece konuşuyor bir türlü dinlemiyoruz. Yada dinleyecek dizinin dibine çökecek saatlerce gönül tokmağıyla yoğrulacak ehli hakikati arama zahmetinde bulunmuyoruz.
Bu nedenle, “Bişnev” (dinle!) diye başlayan Mevlana,” Söz söylemek için önce dinlemek gerekli der.... Dinlemek, anlamlı olmanın ilk adımı... Hz Mevlana kapısına gelen herkesi dinlemiş... Dertleriyle dertlenmeyi dertleşmeyi başarmış... Onun içindir ki kapısı umutsuzluk dergâhı asla olmamış.... Kapıya gelen kapıyı çalan herkes nasiplenmiş... Kimisinin nasibi sıcacık bir çorba kimisinin nasibi hayat felsefesi olarak görebileceği bir söz olmuş nefeslenmiş hayata tutunmuş...
Modern hayat bütün bu anlayışları, mekânları kendi değirmeninde maalesef unuttu yok etti... Nefesler, kelamdan, ahlaktan faziletten dem vurmak yerine ticaretten, sayı çoğaltmaktan yana gayret ederek kendine sorgusuz itaat edecek müridler yetiştirdi. Çağımızın bilge yazarlarından Nuri Pakdil, tanıştığı kişilerle bir sessizlik seremonisi gerçekleştirirmiş. Susmaya tahammül gösterenler gelsin bu kapıya... Eski çağlarda suskunlar meclisine katılmak isteyen biri dergâha varıp kapı tokmağını çalar... İçerden su dolu bir bardak uzatılır kendine. Düşünür tefekküre dalar bir müddet dönüp gitmek olmaz... Yanındaki gül yaprağını su dolu bardağın üstüne koyar ve içeriye göndererek kapıda beklemeye devam eder.
İçerden bir ehli irfan kendisini Suskunlar meclisine davet eder... Olmayı başaranlar aradaki olanları şöyle tarife kalkarlar... Biz doluyuz, sizi alamayız... Kapı tokmağını gönülden çalan ehli irfan bir gül yaprağı her yere sığar yeter ki gönüllerde yer olsun. Birbirimizle kanatlanacak birbirimizi anlayacak gönüle sahibiz. Ayni yerden dertliyiz. Ancak aynı derde sahip olanlar başkasının derdiyle hemhal olabilir, diyerek seslenir.
Dertlenmek, dert sahibi olmak, derdi olduğunu fark etmek... Zor zamanların alanı olsa gerek. Buradan nazar ederseniz hayata "derdim bana derman imiş" i kabullenerek iyi ki derdim var diye şükretmemiz lazım... Yoksa dertsizlik belasına gark olmak var... Yok olmak için...
Susmaya ihtiyacımız var... Yağmurların sesini dinlemeye, kapıların arkasında sessizce ağlayanların gözyaşlarını silmeye... Ne çok ihtiyacımız var sadece kendimizi, vicdanımızı, yüreğimizi dinlemeye... Bütün gürültülü sesleri bir dakika kapatın ve vicdanınızı dinleyin. O size hakikati söylecektir...
Nazım YILDIRIM
09/01/2020 AFŞAR
Dernek Başkanı: 0543 680 80 50 (Ara)
2019 © AFŞAR HABER - Tüm Hakları Saklıdır.
Yazılım: HK Asistan, Ceyuka SMS